18 Kasım 2014 Salı

Empati Oyunu

Asırlardan beri süregelen ve süregelecek olan bir oyun. Başlı başına taktik, strateji ve beyin jimnastiği. Hesaplama, matematik, zeka, yaratıcılık ve hatta en doğrusu, sanat!

Satrançtan bahsediyorum. Hakkında türlü türlü görüş belirtilmiş ve belirtilmekte olan bir oyundan. Kimileri spor der, kimileri spor olduğunu kabul etmez. İçinde hiç şans faktörü olmamasına rağmen her oyun birbirinden farklı gelişir. Asla kendini tekrar etmez.

Satranç bize zekayı, yaratıcılığı, hızlı düşünmeyi, pratik olmayı, taktik geliştirmeyi, pozisyon okumayı ve bunların her birini 16 taşla kombine ederek kullanmayı öğretir.

Buraya kadar farklı bir şey yok. Her yerde yazılan, çizilen şeyler bunlar. Ama bence ekstradan bir şey daha var satrancın bize kattığı; Empati!
Empati, kişinin kendisini karşısındaki yerine koyup, olaylara onun bakış açısından bakması ve değerlendirmesidir. Genellikle insanlar empatiyi sadece hissetmek olarak sınırlar. Oysa hissetmenin yanında onun gibi düşünebilmektir de.

Hiçbir Dünya Şampiyonu kendi oyununu kendi hamlelerini düşünmez ilk olarak. Rakibini, rakbinin önceki maçlarını inceler ve karşısındakinin bakış açısına, oyun tarzına göre bir strateji belirler. Bir çok kişi buna antrenman der, maça hazırlanma der, çalışma der. Bence işin özüne inecek olursak sadece empati yapmaktır bu.

"Ben X hamlesini oynarsam o Y hamlesini oynar ve ben de Z hamlesiyle karşılık veririm." Şeklinde düşünür oyuncu. Kendi taktiğini rakibinin "Y" hamlesine göre belirler ve onun "Y" hamlesini yapacağını düşünmesi hatta bazı durumlarda emin olması empati yapmasından, kendisini karşısındakinin yerine koyup onun bakış açısından bakması, onun pozisyonundan yorumlamasındandır.

Empati sadece satranç için geçerli, sadece satranç oyuncularının sahip olması gereken bir özellik değildir. Hayatta hemen her konuda sağlıklı iletişim için, sağlıklı ilişkiler için doğru bir şekilde empati yapmalıyız. Kızılderililer; "Birini yargılamadan evvel yargılayacağın kişinin mokasenleriyle dolaş." demişler.

Empati kurmak sabır ister, irade ister. Hepsinden önce de içten gelmelidir. Yani çok da kolay değildir. Ama her şey gibi bu da öğrenilebilinir, geliştirilebilinir. Bir yerde bunu da öğreten, alışkanlık kazandıran bir oyundur, empati oyunudur satranç.


28 Ekim 2014 Salı

Düşünceler Şekillendirir

Dün işten çıkıp eve doğru gelirken Hasdal yolunda arabam bozuldu. Arabayı hiçbir şekilde çalıştıramadım. Bu arada arabaların ve daha çok kamyonların deli gibi süratle geçtiği bir noktada sol şeritteydim! Servisime haber verdikten sonra çekiciyle konuştum, yerimi tarif ettim. Allah razı olsun 2 saat 45 dakika sonra gelebildi! 

Dörtlüleri yakıp bagajı açtım. Adını hala bilmediğim o parlak üçgen uyarı zımbırtısını alıp arabanın 50 metre kadar gerisine koydum fark edilebilsin diye. Ajitasyon yapmak gibi olacak ama hava çok soğuk, acayip bir rüzgar var ve deli gibi yağmur yağıyordu. Sol şeritte çok sakat bir yerde olduğumdan arabada da bekleyemedim. Üstüne bir de trafik polisi gibi arabaları yönlendirmek zorunda kaldım sağ şeride geçsinler, bana ya da arabama geçimesinler diye. Pek başarılı değilmişim demek ki bir tanesi son anda geçti. Gözlerimi kapadım ve "geçirdi" dedim. Bir tanesi de farkedilsin(!) diye geriye koyduğum o kırmızı parlak üçgen zımbırtıyı altına alıp paramparça etti. 

Yolda kaldığım için aşırı sinirliyim. Yetkili servisten henüz 10.000km önce debriaj bakımı yapıldı ve iyi denildi diye aşırı sinirliyim. Uyarı zımbırtımı iplemeyip paramparça eden adama aşırı sinirliyim. Bir saat sonra parmak uçlarımdan bile sular damlar halde titriyorum ve arabaya giremiyorum diye aşırı sinirliyim. Hava karadı ve çevre yolunda sokak lambaları yanmadığı için aşırı sinirliyim. Her şeyin böyle ters gittiği için aşırı sinirliyim

Derken bir anda, neden ve nerden ya da nasıl bilmiyorum ama kendi kendime "Yardım isteme!" dedim. "Her şeyi sen yaratırsın, hayatınca çekersin, iyiyi de kötüyü de.. Şu anda sinirlisin, kızgınsın, öfkelisin sadece negatif duyguların ve negatif düşüncelerin var. Nefes al!"  Yol ortasındaki bariyerlere doğru çekildim ve gözlerimi kapattım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Çünkü sinir ve stres içinde olmanın hiçbir yardımı olmadığı ortadaydı. 

Abartmıyorum 3 ya da 4 dakika sonra ama 5 değil! Bir polis aracı durdu. "N'apıyosun burda?" dedi. "Manyağım, çevre yolunda sol şeritte durdum, çıktım yağmurda ıslanıyorum" demek geldi içimden. 
Neyse adam bir anahtar çıkarttı, trafik lambasının orda bi yere sokup çevirdi. Işıkları kırmzıı yaptı. Araçtan inen iki kişi de arabamı ittiler emniyet şeridine kadar. Sağlam bir yere çekince arabayı dönüp bakmadan arabalarına bindiler ve gittiler. Arkalarından zar zor teşekkür edebildim. 

İsteyen şans der, isteyen tesadüf der, isteyen saçmalık der isteyen başka bir şey... Tek bildiğim ben enerjiye inanıyorum, hatta biliyorum! Ve enerji sadece bir dış kuvvet değil. Ben enerjinin kendisiyim! Düşüncelerim hayatımı şekillendirir. Düşüncelerim iyiyi de kötüyü de bana çeker. İyiyi de kötüyü de yaratır. İlk başta söylemiştim ya "aşırı sinirliyim" "aşırı kızgınım" falan diye. Şimdi hiç öyle değilim. Bir kere daha bazı şeyler kanıtlandığı için bana mutluyum!

16 Ekim 2014 Perşembe

"Müdür Yardımcısı" Rıfkı - 05.09.2014 - 15.10.2014


5 Eylül 2014 Cuma sabahı iş yerine geldiğimde çok tatlı, minik bir sürpriz karşıladı beni. 3 yıldır iş arkadaşım olan "Müdür" isimli bir dişi tekirim vardı. Bir de üstüne onun mamasının suyunun olduğu yerde henüz 2, maksimum 3 aylık olabilecek siyah beyaz bir yavru kedi...

İlk başta şaşırdım tabii. Nereden, nasıl, ne şekilde gelebildi diye... ama sonra boş verdim ve bir kap daha mama koydum Müdür'ün kabının yanına. İsmini de hemen bulmuştum! Müdür'ün üstüne geldiyse bu da olsa olsa "Müdür Yardımcısı" olabilirdi ancak. 1-2 hafta sonra "Rıfkı" diye anılmaya da başlandı ama... Olsun.

Müdür'ün aksine kendisini sevmenize izin veren, 20-25 dakika aralıksız mıncıklamadan sonra bile elinizi çektiğinizde kafasını elinize götüren,  sigara içmeye çıktığımda her ne yapıyorsa yapsın gelip bacaklarımda sürünen, beklediği ilgiyi alamamışsa eğer küçük tırnaklarını pantolonuma geçirip omzuma çıkan bir manyak. 

Onun böyle sevgi arsızı olup Müdür'ün kendisini pek elletmeyi sevmemesi ise kedilere aşık olmamın en büyük nedeni zaten. Onlar evcilleştirilemezler. Onlar sizin hayvanınız değildirler. Sizin arkadaşınızdırlar ve her kedinin kendi karakteri vardır. Hepsi her zaman aynı şeyi sevmez ya da aynı şekilde sevgilerini göstermez.

Bu sabah iş yerine geldiğimde her zamanki karşılama törenini yapmadı. Kendisini sevdirip omzuma çıkmak için tırnaklarını geçirmedi pantolonuma, bacaklarıma...
İçeri girdiğimde öğrendim dün gece girmemesi gereken bir yere girmiş ve çıkamamış.

Hayvan beslemeyen, onunla özel ilişki kurmayan insanların hiçbir zaman anlayamayacağı bir durum başıma geldi bu sabah. 1 ay gibi kısa bir sürede kendisini bu kadar çok sevdirebilen, hayatınızın içine dalan bir arkadaş...  Kedi seversiniz veya sevmezsiniz. Önemli değil. Asıl önemli olan sizi koşulsuz seven bir arkadaşınızın artık olmaması.
Benim hayvanım ölmedi, benim iş arkadaşım öldü! 


1 Eylül 2014 Pazartesi

Bir, Sıfırdan Büyüktür!

Küçükken hep filmlerde büyük adamların, ana kahramanların, sevilen adamların sahip olduğu ve çaktırmadan bize empoze etmeye çalıştığı hayat, yaşam felsefeleri olurdu.
Ben de biraz da ergen kafasıyla hep bir hayat felsefesi, görüşü edinmek istedim uzun zaman boyunca. Çünkü çok "cool"du. Ama bir süre mantıklı gelen uygulanabilir gelen bir şey başka bir zamanda başka bir olayda hiç beni yansıtmıyordu. Ben de boşvermeyi öğrendim bir süre sonra ya da o kolayıma geldi.

Yıllar sonra jeton düştü, her şey yerine oturdu. Bütün bu hayat görüşleri, sahip oldukları hayat felsefeleri insanların, gökten zembille inmiyormuş. Bir yaşanmışlığın, alınan bir dersin, çekilen bazı acıların meyvesiymiş meğer... Bu şekilde bir insanın hayata karşı bir duruşu, bakışı olabiliyormuş.
Ergen kafası ile o kadar kasan ben, sonunda bir görüş elde ettim kendime. Diğerleri gibi olmayan, unutmayacağım, sıkılmayacağım, kimseye özendiğim için değil, içimden geldiği için söyleyebildiğim bir görüş veya düşünce...

2013'te bir motor kazası sonucu ölümden döndüm. Günlerce yoğun bakımlar, kırıklar, yarıklar, yanık yaraları, beyin kanaması, hafıza problemleri ve daha fazlası... Her insanda olacağı gibi bende de bir takım etkiler yarattı bu olay.
Ben bu olay sonrasında büyüdüm mesela! Bir de küçükken buluttan nem kaparcasına her filmden, kitaptan bir özlü sözü beğenip kendisine görüş, felsefe olarak bünyeye katmaya çalışan o "ergen" sonunda aradığı görüşü, hayat felsefesi olarak adlandırabileceği düşünceye ulaştı.

İsterseniz pollyanna diyebilirsiniz bana ama benim o günden sonra her şeye bakış açım "bir, sıfırdan büyüktür" oldu. Kazadan sonra kendime bunu çok söyledim ve 1 seneden kısa bir süre sonra ölümün kıyısından sanki hiçbir şey değişmemiş gibi hayatıma geri dönüm.

İlk zamanlar evde yanık yaralarına pansuman yaparken annem hep içini çekerdi, "offf..!!" der, kötü olurdu. 1...3...5... dedim yeter! Hiç katkısı olmuyor! hiç moral vermiyor bu bana! Burda şu anda bu yaraya pansuman yapmak yerine, mezarıma çiçekler getiriliyor olabilirdi.
Şu an hala sabah akşam epilepsi krizine girmemek için ilaçlar alıyorum. Beraberinde bir çok şeyi kısıtlıyor bu ilaç. Ama olsun be, bir sıfırdan büyüktür! Hayatım komple kısıtlanabilirdi.

Ben bir hata yaptım, tecrübesiz, bilgisiz bir şekilde motor kullandım. Her türlü sonucuna da katlanmaya hazırım. Çünkü bunu ben yaptım! Başıma falan gelmedi. Ben getirdim. Daha kötüsü olmadığı için de mutlu olmayı öğrendim kendi kendime. "Bir, sıfırdan büyüktür!" demeyi öğrendim!

Pollyanna'lık yapıyorum gibi gözüküyor belki ama ben en uca gittim. Ellerim kayarken son anda bir daha tutundum Hayatta her zaman her şey istenildiği gibi gitmiyor. Küfür edip sinirlenmek mi daha iyi? Yoksa bir, sıfırdan büyüktür deyip bir şekilde her şeyin keyfini çıkartmak mı?


9 Temmuz 2014 Çarşamba

Dünya Kupası ve Satranç


2014 FIFA Dünya Kupası'nın sonlarına yaklaşıldı. Almanya final biletini ilk alan takım. Bu akşam Arjantin - Hollanda maçının galibini, rakibini bekliyor.
Futbolda ve satrançta biraz fazla vakit geçirdikçe bu iki ayrı oyunun benzerliklerini, ortak yönlerini görüyorsunuz. Aslında özünde ikisi de birbirine çok benziyor. Mesela;

Uluslararası olması bakımından :  Futbol da satranç da dünya çapında çok geniş kitlelerce kabul görmüştür. FIDE'nin 158 farklı ülkeden katılımcısı varken Dünya Kupası'nda bu rakam biraz daha fazladır. FIFA'nın 208 farklı ülkeden katılımcısı vardır. Satrançta veya futbolda dünya şampiyonu olmak için ikisinde de en iyi ülkenin temsilcisini yenmeniz gerekir.

Savunma ve atak kombinasyonu : Futbolda ve satrançta sınırlı kaynakların kullanımı çok önemlidir. Futbolda bir tarafta en fazla 11 kişi varken satrançta 16 taşınız vardır. Her futbolcunun görevinin farklı olduğu gibi satrançtaki taşların da görevleri, yapabilecekleri farklıdır. Savunma ve atağı iyi kombine etmek futbolda kontra ataklarla mümkünden satrançta uzun menzilli taşların kendini unutturarak kilit noktalara yapacağı ataklarla mümkündür.

Orta alan kontrolü : Orta alanı, orta sahayı, merkezi kontrol edebilmeniz demek kendi adınıza daha çok pozisyon üretebilme fırsatı verdiği gibi rakibin pozisyonlarını da engellemeniz için çok yararlıdır. Futbolda Christiano Ronaldo, Lionel Messi, Neymar gibi yıldız oyuncuların maç içerisinde en fazla zaman geçirdikleri yer orta sahadır. Orta saha ya da satrançta merkez, aksiyonun kalbi ve en kritik yerdir.

Takım oyunu önemlidir : Tek bir taş, vezir bile olsa, kendi başına şah-mat yapmaya yetmez. Yetemez! Aynı şekilde tek bir oyuncunun, dünyanın en iyisi bile olsa, tek başına bir maçı kazanması imkansızdır. Daha etkili olan, ön plana çıkan olsa da ona yardım edenler, hücumu destekleyenler olmadıkça tek başına bir hiçtir. Takım oyunu olmadan iki oyunda her zaman kaybedilir.

Starteji ve taktik : Strateji uzun, taktik ise kısa vadelidir ama ikisi de gereklidir. Taktik bir çatışmayı, strateji ise bütün bir savaşı kazandırır veya kaybettirir. Taş feda ederek taktiksel olarak kaybedersiniz ancak daha sonrası için o bölgede stratejik olarak hakimiyeti ya da istediğiniz boşluğu yaratırsınız. Uzun vadeli bir strateji kurduysanız satrançta da futbolda da stratejinizi gerçekleştirecek taktikleriniz olmalıdır. Futbolda bunlar pas, şut, serbest vuruşlar olabilirken satrançta da kombinezonları hesaplamak, rakip taşları zorlamaktır.

Son yarı final maçını ve final maçını izlerken dikkat edin. Benzerliklerin daha iyi farkına varacaksınız. Sizce Dünya Kupası ile satranç arasında başka nasıl benzerlikler var?

21 Haziran 2014 Cumartesi

"Hit Me With Your Best Shot!"

İki farklı sanatçı, Teoman ve Pat Benataar. İki farklı şarkı, iki farklı bakış açısı.

Pat Benataar'ın "Hit me with your best shot" şarkısı insanı oldukça motive edebilecek, gaza getirip harekete geçirebilecek sözlere ve melodiye sahip. Bunun yanında Teoman'ın da pek beğendiğim bir şarkısı, "En Güzel Hikayem"in nakaratı : "..bazen, ney yaparsan yap, olmuyor bazen.." Biri çok eğlenceli, bir ise biraz daha ağırdır ama ikisi de çok lezzetli şarkılardır.

Tabii Teoman'ın biz dinleyelim diye söylediği şey her zaman bir şarkı nakaratı olarak kalmıyor maalesef. Bazen gerçekliğin ta kendisi oluyor. Ne yaparsak yapalım olmuyor.

En nihayetinde hedefe ulaşamamanın sonucu olarak hayal kırıklığı, belki kızgınlık ve biraz da mutsuzluk...
Oysa zaman içerisinde yaşadıklarım, tecrübelerim bana farklı açılardan bakmayı öğretti. Artık ben hayata Teoman'ın şarkısını söylemiyorum kafamda melankolik bir biçimde. Artık ben kafamda Pat Benataar'ın şarkısını söylüyorum.

Çünkü artık öğrendim, biliyorum.. Eğer gerçekten ama gerçekten elinden geleni yapmışsa insan, ve yine de hedefine ulaşamamışsa, neredeyse başarının verdiğine yakın bir mutluluk yaşanıyormuş. Çünkü içinin rahat olması, kafanda soru işareti olmaması çok ama çok önemliymiş.

Hedef ne olursa olsun bakış açımız, algımız bizim duruşumuzu, tavırlarımızı, hislerimizi değiştirir. Tavırlarımız, hislerimiz ise bizi. Siz söyleyin hayata bakıp melankolik bir tonda vazgeçmişliğin şarkısını mı söylemek istersiniz? Yoksa kendinizden emin, kendinize güvenerek diğer şarkıyı mı?

16 Haziran 2014 Pazartesi

"Satranç Hayattır"



Hayata en çok benzetilen oyundur satranç. Bir çok yerde, bir çok şekilde rastlarız buna. Belki de benim satrancı bu kadar çok sevmemin sebeplerinden biri de budur.

Satrançta kahramanlar yoktur. Takım oyunudur satranç, ekip işidir. 64 karelik savaş alanında 16 taşınızı, aklınızı, tecrübelerinizi ve pratik zekanızı en iyi ve en hızlı şekilde, eş zamanlı kullanmalısınız. Satranç durarak, düşünerek, acele edilmeden oynanır aslında. Doğru... ama siz yine de hızlı karar alma özelliğinizi geliştirin ki, rakibe düşünecek daha az zaman kalsın. 

Takım oyunu oluşu, akla, tecrübelere, çabuk karar almaya dayalı oluşu hayatın kendisine benzetilmesinin  sadece bir kaç sebebi...

Satrancı hayata benzettiğimiz gibi hayatta da satranç üzerinden benzetmeler yapılır bazen. "Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuya konulur" ya da "Hayatının satrancında piyon mu yoksa vezir mi olacaksın" gibi.. 

Herkes kendi oyununu oynar hayatla ama piyon, vezir, şah olarak değil. Taşları oynatan olarak. Herkesin hayatında vezir diyebileceği, şah, kale diyebileceği önemli kişiler vardır. Bazıları ise piyondur. Ama Amerikalı GM Rueben Fine'ın da dediği gibi; "Piyon kaybetmektense parmak kaybetmeyi tercih ederim."