18 Kasım 2014 Salı

Empati Oyunu

Asırlardan beri süregelen ve süregelecek olan bir oyun. Başlı başına taktik, strateji ve beyin jimnastiği. Hesaplama, matematik, zeka, yaratıcılık ve hatta en doğrusu, sanat!

Satrançtan bahsediyorum. Hakkında türlü türlü görüş belirtilmiş ve belirtilmekte olan bir oyundan. Kimileri spor der, kimileri spor olduğunu kabul etmez. İçinde hiç şans faktörü olmamasına rağmen her oyun birbirinden farklı gelişir. Asla kendini tekrar etmez.

Satranç bize zekayı, yaratıcılığı, hızlı düşünmeyi, pratik olmayı, taktik geliştirmeyi, pozisyon okumayı ve bunların her birini 16 taşla kombine ederek kullanmayı öğretir.

Buraya kadar farklı bir şey yok. Her yerde yazılan, çizilen şeyler bunlar. Ama bence ekstradan bir şey daha var satrancın bize kattığı; Empati!
Empati, kişinin kendisini karşısındaki yerine koyup, olaylara onun bakış açısından bakması ve değerlendirmesidir. Genellikle insanlar empatiyi sadece hissetmek olarak sınırlar. Oysa hissetmenin yanında onun gibi düşünebilmektir de.

Hiçbir Dünya Şampiyonu kendi oyununu kendi hamlelerini düşünmez ilk olarak. Rakibini, rakbinin önceki maçlarını inceler ve karşısındakinin bakış açısına, oyun tarzına göre bir strateji belirler. Bir çok kişi buna antrenman der, maça hazırlanma der, çalışma der. Bence işin özüne inecek olursak sadece empati yapmaktır bu.

"Ben X hamlesini oynarsam o Y hamlesini oynar ve ben de Z hamlesiyle karşılık veririm." Şeklinde düşünür oyuncu. Kendi taktiğini rakibinin "Y" hamlesine göre belirler ve onun "Y" hamlesini yapacağını düşünmesi hatta bazı durumlarda emin olması empati yapmasından, kendisini karşısındakinin yerine koyup onun bakış açısından bakması, onun pozisyonundan yorumlamasındandır.

Empati sadece satranç için geçerli, sadece satranç oyuncularının sahip olması gereken bir özellik değildir. Hayatta hemen her konuda sağlıklı iletişim için, sağlıklı ilişkiler için doğru bir şekilde empati yapmalıyız. Kızılderililer; "Birini yargılamadan evvel yargılayacağın kişinin mokasenleriyle dolaş." demişler.

Empati kurmak sabır ister, irade ister. Hepsinden önce de içten gelmelidir. Yani çok da kolay değildir. Ama her şey gibi bu da öğrenilebilinir, geliştirilebilinir. Bir yerde bunu da öğreten, alışkanlık kazandıran bir oyundur, empati oyunudur satranç.


28 Ekim 2014 Salı

Düşünceler Şekillendirir

Dün işten çıkıp eve doğru gelirken Hasdal yolunda arabam bozuldu. Arabayı hiçbir şekilde çalıştıramadım. Bu arada arabaların ve daha çok kamyonların deli gibi süratle geçtiği bir noktada sol şeritteydim! Servisime haber verdikten sonra çekiciyle konuştum, yerimi tarif ettim. Allah razı olsun 2 saat 45 dakika sonra gelebildi! 

Dörtlüleri yakıp bagajı açtım. Adını hala bilmediğim o parlak üçgen uyarı zımbırtısını alıp arabanın 50 metre kadar gerisine koydum fark edilebilsin diye. Ajitasyon yapmak gibi olacak ama hava çok soğuk, acayip bir rüzgar var ve deli gibi yağmur yağıyordu. Sol şeritte çok sakat bir yerde olduğumdan arabada da bekleyemedim. Üstüne bir de trafik polisi gibi arabaları yönlendirmek zorunda kaldım sağ şeride geçsinler, bana ya da arabama geçimesinler diye. Pek başarılı değilmişim demek ki bir tanesi son anda geçti. Gözlerimi kapadım ve "geçirdi" dedim. Bir tanesi de farkedilsin(!) diye geriye koyduğum o kırmızı parlak üçgen zımbırtıyı altına alıp paramparça etti. 

Yolda kaldığım için aşırı sinirliyim. Yetkili servisten henüz 10.000km önce debriaj bakımı yapıldı ve iyi denildi diye aşırı sinirliyim. Uyarı zımbırtımı iplemeyip paramparça eden adama aşırı sinirliyim. Bir saat sonra parmak uçlarımdan bile sular damlar halde titriyorum ve arabaya giremiyorum diye aşırı sinirliyim. Hava karadı ve çevre yolunda sokak lambaları yanmadığı için aşırı sinirliyim. Her şeyin böyle ters gittiği için aşırı sinirliyim

Derken bir anda, neden ve nerden ya da nasıl bilmiyorum ama kendi kendime "Yardım isteme!" dedim. "Her şeyi sen yaratırsın, hayatınca çekersin, iyiyi de kötüyü de.. Şu anda sinirlisin, kızgınsın, öfkelisin sadece negatif duyguların ve negatif düşüncelerin var. Nefes al!"  Yol ortasındaki bariyerlere doğru çekildim ve gözlerimi kapattım. Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Çünkü sinir ve stres içinde olmanın hiçbir yardımı olmadığı ortadaydı. 

Abartmıyorum 3 ya da 4 dakika sonra ama 5 değil! Bir polis aracı durdu. "N'apıyosun burda?" dedi. "Manyağım, çevre yolunda sol şeritte durdum, çıktım yağmurda ıslanıyorum" demek geldi içimden. 
Neyse adam bir anahtar çıkarttı, trafik lambasının orda bi yere sokup çevirdi. Işıkları kırmzıı yaptı. Araçtan inen iki kişi de arabamı ittiler emniyet şeridine kadar. Sağlam bir yere çekince arabayı dönüp bakmadan arabalarına bindiler ve gittiler. Arkalarından zar zor teşekkür edebildim. 

İsteyen şans der, isteyen tesadüf der, isteyen saçmalık der isteyen başka bir şey... Tek bildiğim ben enerjiye inanıyorum, hatta biliyorum! Ve enerji sadece bir dış kuvvet değil. Ben enerjinin kendisiyim! Düşüncelerim hayatımı şekillendirir. Düşüncelerim iyiyi de kötüyü de bana çeker. İyiyi de kötüyü de yaratır. İlk başta söylemiştim ya "aşırı sinirliyim" "aşırı kızgınım" falan diye. Şimdi hiç öyle değilim. Bir kere daha bazı şeyler kanıtlandığı için bana mutluyum!

16 Ekim 2014 Perşembe

"Müdür Yardımcısı" Rıfkı - 05.09.2014 - 15.10.2014


5 Eylül 2014 Cuma sabahı iş yerine geldiğimde çok tatlı, minik bir sürpriz karşıladı beni. 3 yıldır iş arkadaşım olan "Müdür" isimli bir dişi tekirim vardı. Bir de üstüne onun mamasının suyunun olduğu yerde henüz 2, maksimum 3 aylık olabilecek siyah beyaz bir yavru kedi...

İlk başta şaşırdım tabii. Nereden, nasıl, ne şekilde gelebildi diye... ama sonra boş verdim ve bir kap daha mama koydum Müdür'ün kabının yanına. İsmini de hemen bulmuştum! Müdür'ün üstüne geldiyse bu da olsa olsa "Müdür Yardımcısı" olabilirdi ancak. 1-2 hafta sonra "Rıfkı" diye anılmaya da başlandı ama... Olsun.

Müdür'ün aksine kendisini sevmenize izin veren, 20-25 dakika aralıksız mıncıklamadan sonra bile elinizi çektiğinizde kafasını elinize götüren,  sigara içmeye çıktığımda her ne yapıyorsa yapsın gelip bacaklarımda sürünen, beklediği ilgiyi alamamışsa eğer küçük tırnaklarını pantolonuma geçirip omzuma çıkan bir manyak. 

Onun böyle sevgi arsızı olup Müdür'ün kendisini pek elletmeyi sevmemesi ise kedilere aşık olmamın en büyük nedeni zaten. Onlar evcilleştirilemezler. Onlar sizin hayvanınız değildirler. Sizin arkadaşınızdırlar ve her kedinin kendi karakteri vardır. Hepsi her zaman aynı şeyi sevmez ya da aynı şekilde sevgilerini göstermez.

Bu sabah iş yerine geldiğimde her zamanki karşılama törenini yapmadı. Kendisini sevdirip omzuma çıkmak için tırnaklarını geçirmedi pantolonuma, bacaklarıma...
İçeri girdiğimde öğrendim dün gece girmemesi gereken bir yere girmiş ve çıkamamış.

Hayvan beslemeyen, onunla özel ilişki kurmayan insanların hiçbir zaman anlayamayacağı bir durum başıma geldi bu sabah. 1 ay gibi kısa bir sürede kendisini bu kadar çok sevdirebilen, hayatınızın içine dalan bir arkadaş...  Kedi seversiniz veya sevmezsiniz. Önemli değil. Asıl önemli olan sizi koşulsuz seven bir arkadaşınızın artık olmaması.
Benim hayvanım ölmedi, benim iş arkadaşım öldü! 


1 Eylül 2014 Pazartesi

Bir, Sıfırdan Büyüktür!

Küçükken hep filmlerde büyük adamların, ana kahramanların, sevilen adamların sahip olduğu ve çaktırmadan bize empoze etmeye çalıştığı hayat, yaşam felsefeleri olurdu.
Ben de biraz da ergen kafasıyla hep bir hayat felsefesi, görüşü edinmek istedim uzun zaman boyunca. Çünkü çok "cool"du. Ama bir süre mantıklı gelen uygulanabilir gelen bir şey başka bir zamanda başka bir olayda hiç beni yansıtmıyordu. Ben de boşvermeyi öğrendim bir süre sonra ya da o kolayıma geldi.

Yıllar sonra jeton düştü, her şey yerine oturdu. Bütün bu hayat görüşleri, sahip oldukları hayat felsefeleri insanların, gökten zembille inmiyormuş. Bir yaşanmışlığın, alınan bir dersin, çekilen bazı acıların meyvesiymiş meğer... Bu şekilde bir insanın hayata karşı bir duruşu, bakışı olabiliyormuş.
Ergen kafası ile o kadar kasan ben, sonunda bir görüş elde ettim kendime. Diğerleri gibi olmayan, unutmayacağım, sıkılmayacağım, kimseye özendiğim için değil, içimden geldiği için söyleyebildiğim bir görüş veya düşünce...

2013'te bir motor kazası sonucu ölümden döndüm. Günlerce yoğun bakımlar, kırıklar, yarıklar, yanık yaraları, beyin kanaması, hafıza problemleri ve daha fazlası... Her insanda olacağı gibi bende de bir takım etkiler yarattı bu olay.
Ben bu olay sonrasında büyüdüm mesela! Bir de küçükken buluttan nem kaparcasına her filmden, kitaptan bir özlü sözü beğenip kendisine görüş, felsefe olarak bünyeye katmaya çalışan o "ergen" sonunda aradığı görüşü, hayat felsefesi olarak adlandırabileceği düşünceye ulaştı.

İsterseniz pollyanna diyebilirsiniz bana ama benim o günden sonra her şeye bakış açım "bir, sıfırdan büyüktür" oldu. Kazadan sonra kendime bunu çok söyledim ve 1 seneden kısa bir süre sonra ölümün kıyısından sanki hiçbir şey değişmemiş gibi hayatıma geri dönüm.

İlk zamanlar evde yanık yaralarına pansuman yaparken annem hep içini çekerdi, "offf..!!" der, kötü olurdu. 1...3...5... dedim yeter! Hiç katkısı olmuyor! hiç moral vermiyor bu bana! Burda şu anda bu yaraya pansuman yapmak yerine, mezarıma çiçekler getiriliyor olabilirdi.
Şu an hala sabah akşam epilepsi krizine girmemek için ilaçlar alıyorum. Beraberinde bir çok şeyi kısıtlıyor bu ilaç. Ama olsun be, bir sıfırdan büyüktür! Hayatım komple kısıtlanabilirdi.

Ben bir hata yaptım, tecrübesiz, bilgisiz bir şekilde motor kullandım. Her türlü sonucuna da katlanmaya hazırım. Çünkü bunu ben yaptım! Başıma falan gelmedi. Ben getirdim. Daha kötüsü olmadığı için de mutlu olmayı öğrendim kendi kendime. "Bir, sıfırdan büyüktür!" demeyi öğrendim!

Pollyanna'lık yapıyorum gibi gözüküyor belki ama ben en uca gittim. Ellerim kayarken son anda bir daha tutundum Hayatta her zaman her şey istenildiği gibi gitmiyor. Küfür edip sinirlenmek mi daha iyi? Yoksa bir, sıfırdan büyüktür deyip bir şekilde her şeyin keyfini çıkartmak mı?


9 Temmuz 2014 Çarşamba

Dünya Kupası ve Satranç


2014 FIFA Dünya Kupası'nın sonlarına yaklaşıldı. Almanya final biletini ilk alan takım. Bu akşam Arjantin - Hollanda maçının galibini, rakibini bekliyor.
Futbolda ve satrançta biraz fazla vakit geçirdikçe bu iki ayrı oyunun benzerliklerini, ortak yönlerini görüyorsunuz. Aslında özünde ikisi de birbirine çok benziyor. Mesela;

Uluslararası olması bakımından :  Futbol da satranç da dünya çapında çok geniş kitlelerce kabul görmüştür. FIDE'nin 158 farklı ülkeden katılımcısı varken Dünya Kupası'nda bu rakam biraz daha fazladır. FIFA'nın 208 farklı ülkeden katılımcısı vardır. Satrançta veya futbolda dünya şampiyonu olmak için ikisinde de en iyi ülkenin temsilcisini yenmeniz gerekir.

Savunma ve atak kombinasyonu : Futbolda ve satrançta sınırlı kaynakların kullanımı çok önemlidir. Futbolda bir tarafta en fazla 11 kişi varken satrançta 16 taşınız vardır. Her futbolcunun görevinin farklı olduğu gibi satrançtaki taşların da görevleri, yapabilecekleri farklıdır. Savunma ve atağı iyi kombine etmek futbolda kontra ataklarla mümkünden satrançta uzun menzilli taşların kendini unutturarak kilit noktalara yapacağı ataklarla mümkündür.

Orta alan kontrolü : Orta alanı, orta sahayı, merkezi kontrol edebilmeniz demek kendi adınıza daha çok pozisyon üretebilme fırsatı verdiği gibi rakibin pozisyonlarını da engellemeniz için çok yararlıdır. Futbolda Christiano Ronaldo, Lionel Messi, Neymar gibi yıldız oyuncuların maç içerisinde en fazla zaman geçirdikleri yer orta sahadır. Orta saha ya da satrançta merkez, aksiyonun kalbi ve en kritik yerdir.

Takım oyunu önemlidir : Tek bir taş, vezir bile olsa, kendi başına şah-mat yapmaya yetmez. Yetemez! Aynı şekilde tek bir oyuncunun, dünyanın en iyisi bile olsa, tek başına bir maçı kazanması imkansızdır. Daha etkili olan, ön plana çıkan olsa da ona yardım edenler, hücumu destekleyenler olmadıkça tek başına bir hiçtir. Takım oyunu olmadan iki oyunda her zaman kaybedilir.

Starteji ve taktik : Strateji uzun, taktik ise kısa vadelidir ama ikisi de gereklidir. Taktik bir çatışmayı, strateji ise bütün bir savaşı kazandırır veya kaybettirir. Taş feda ederek taktiksel olarak kaybedersiniz ancak daha sonrası için o bölgede stratejik olarak hakimiyeti ya da istediğiniz boşluğu yaratırsınız. Uzun vadeli bir strateji kurduysanız satrançta da futbolda da stratejinizi gerçekleştirecek taktikleriniz olmalıdır. Futbolda bunlar pas, şut, serbest vuruşlar olabilirken satrançta da kombinezonları hesaplamak, rakip taşları zorlamaktır.

Son yarı final maçını ve final maçını izlerken dikkat edin. Benzerliklerin daha iyi farkına varacaksınız. Sizce Dünya Kupası ile satranç arasında başka nasıl benzerlikler var?

21 Haziran 2014 Cumartesi

"Hit Me With Your Best Shot!"

İki farklı sanatçı, Teoman ve Pat Benataar. İki farklı şarkı, iki farklı bakış açısı.

Pat Benataar'ın "Hit me with your best shot" şarkısı insanı oldukça motive edebilecek, gaza getirip harekete geçirebilecek sözlere ve melodiye sahip. Bunun yanında Teoman'ın da pek beğendiğim bir şarkısı, "En Güzel Hikayem"in nakaratı : "..bazen, ney yaparsan yap, olmuyor bazen.." Biri çok eğlenceli, bir ise biraz daha ağırdır ama ikisi de çok lezzetli şarkılardır.

Tabii Teoman'ın biz dinleyelim diye söylediği şey her zaman bir şarkı nakaratı olarak kalmıyor maalesef. Bazen gerçekliğin ta kendisi oluyor. Ne yaparsak yapalım olmuyor.

En nihayetinde hedefe ulaşamamanın sonucu olarak hayal kırıklığı, belki kızgınlık ve biraz da mutsuzluk...
Oysa zaman içerisinde yaşadıklarım, tecrübelerim bana farklı açılardan bakmayı öğretti. Artık ben hayata Teoman'ın şarkısını söylemiyorum kafamda melankolik bir biçimde. Artık ben kafamda Pat Benataar'ın şarkısını söylüyorum.

Çünkü artık öğrendim, biliyorum.. Eğer gerçekten ama gerçekten elinden geleni yapmışsa insan, ve yine de hedefine ulaşamamışsa, neredeyse başarının verdiğine yakın bir mutluluk yaşanıyormuş. Çünkü içinin rahat olması, kafanda soru işareti olmaması çok ama çok önemliymiş.

Hedef ne olursa olsun bakış açımız, algımız bizim duruşumuzu, tavırlarımızı, hislerimizi değiştirir. Tavırlarımız, hislerimiz ise bizi. Siz söyleyin hayata bakıp melankolik bir tonda vazgeçmişliğin şarkısını mı söylemek istersiniz? Yoksa kendinizden emin, kendinize güvenerek diğer şarkıyı mı?

16 Haziran 2014 Pazartesi

"Satranç Hayattır"



Hayata en çok benzetilen oyundur satranç. Bir çok yerde, bir çok şekilde rastlarız buna. Belki de benim satrancı bu kadar çok sevmemin sebeplerinden biri de budur.

Satrançta kahramanlar yoktur. Takım oyunudur satranç, ekip işidir. 64 karelik savaş alanında 16 taşınızı, aklınızı, tecrübelerinizi ve pratik zekanızı en iyi ve en hızlı şekilde, eş zamanlı kullanmalısınız. Satranç durarak, düşünerek, acele edilmeden oynanır aslında. Doğru... ama siz yine de hızlı karar alma özelliğinizi geliştirin ki, rakibe düşünecek daha az zaman kalsın. 

Takım oyunu oluşu, akla, tecrübelere, çabuk karar almaya dayalı oluşu hayatın kendisine benzetilmesinin  sadece bir kaç sebebi...

Satrancı hayata benzettiğimiz gibi hayatta da satranç üzerinden benzetmeler yapılır bazen. "Oyun bitince şah da piyon da aynı kutuya konulur" ya da "Hayatının satrancında piyon mu yoksa vezir mi olacaksın" gibi.. 

Herkes kendi oyununu oynar hayatla ama piyon, vezir, şah olarak değil. Taşları oynatan olarak. Herkesin hayatında vezir diyebileceği, şah, kale diyebileceği önemli kişiler vardır. Bazıları ise piyondur. Ama Amerikalı GM Rueben Fine'ın da dediği gibi; "Piyon kaybetmektense parmak kaybetmeyi tercih ederim."


10 Haziran 2014 Salı

Sahte Kelimeler

Bir konuşmada, tartışmada dikkatimi anlatılanlara yeterince veremediysem, katılımım düşükse, konuşan kişiye aşırı ilgimdendir. Onu anlamak istememdendir. 
Çünkü kelimeler anlatmaz her zaman doğruyu. Dürüst olmazlar her zaman. Ama eller anlatır. Gözler, bakışlar, duruşunuz anlatır pek çok şeyi, kelimelerle gizlenmek istenenleri…
Bu yüzdendir kendimi yeterince verememem, daha sessiz kalmam. Çünkü geriye çekilirim bir kaç adım. Büyük resmi ayrıntılarıyla görebilmek için. Çünkü ne kadar yakından bakarsak o kadar fazla şey kaçırırız etrafında olan! Ne kadar yakınsak, içindeysek bir şeyin o kadar çok aldanırız. Ne kadar yakın, dikkatli, içindeysek o kadar rahat aldatır sahte kelimeler.
Size bir şeyler anlatan insanları gözlemleyin. Bazıları birden fazla şey anlatıyor olabilir!!

3 Haziran 2014 Salı

Biblo Hayaller

Müthiş, sınırsız, tam yetkili bir özgürlük… Ben buna kısaca “Hayal” diyorum. Herkesin hayali ya da hayalleri vardır. Herkesin yarattığı başka bir dünyası vardır. O dünyada şeyi yapabilir, kim isterseniz olabilirsiniz. Kimseler size karışamaz, güç sizdedir. Sonuçta bu sizin hayaliniz. Kuralları siz belirlersiniz.

Kimi zaman çok uçuk olur bu hayaller, kimi zaman mantıklı. Bazen sadece hayal olarak olduğu yerde kalırlar, bazen de küçük de olsa bir adım atarız. Belki gülebilirler bu küçük adıma ama unutmamalı, milyonlarca kilometrelik bir yolun atılan ilk adımla başladığını.

Hepimzin sayısız hayalleri oldu ve bir çoğumuz bu hayallerini unuttu. Bazıları ise o ilk adımdan sonra vazgeçtiler, daha yola yeni çıkmış ve belki de daha ilk durağa bile gelmemişken.

Müzik oldum olası benim için bir tutku olmuştur. Dolayısı ile gitarım da öyle… İlk gitarımı aldığım günü unutamam. İlk defa hayallerimi avucumda tutuşumu… Günlerce gecelerce uğraşmıştım, çalışmıştım. Fena sayılmayacak derecede de çalıyordum.

Peki sonra ne olmuştu? Okul bitti, sonra askerlik, sonra iş derken, hayat başladı. Gerçekten de acımasızdı hayat, darbeyi ilk olarak hayallere indirdi. İlk önce onları uzaklaştırdı, dedi ki bana : “artık böyle şeylerle vakit kaybetmek yok!” Hayallerimin bana vakit kaybı olduğunu vurgulamaya başladı hayat ve ben de onu dinledim içimdeki hafif toplum baskısı kaygısıyla. Çünkü artık büyümüştüm böyle şeylerle uğraşamazdım.

Aradan belli bir zaman geçti ve ben şimdi şöyle bir baktığımda hayallerimin odamı süslemekte olan bir bibloya dönüştüğünü görüyorum. Arada sırada elimi atıp bir şeyler çalmak istesem de eski tutkuyu, heyecanı bulamıyorum. Ve koyuyorum “biblo”yu yerine, nazikçe.

Demek istediğim şey hayallerimiz biz istediğimiz müddetçe varlar. Onları bırakmak demek mutluluğu bırakmak demek. Hayaliniz ne olursa olsun bir kere yapıştıysanız yakasına bırakmayın. “Hayal” deyip geçmeyin. Çünkü “Hayal”in üzerine doğru atacağınız minicik bir çizgi onu “Hayat” yapar

7 Mayıs 2014 Çarşamba

Sadece İstemek Yetmez, İnanın ve Peşini Bırakmayın!

Hayat, bazılarına kıyak geçiyor gibi gelir bazen. Bazılarını süründürürken, bazılarının altına uçan halı seriyor sanki. Rüzgarıyla şişiriyor yelkenlerini. 
Çok uç noktalarda da düşünmemek lazım aslında. Hepimiz ara sıra başkalarına özenir veya imreniriz. “Keşke..” deriz. “Keşke benim de olsa, Keşke ben de öyle olabilsem, ben de yapabilsem…” Kendimizi anlamsız bir kıskançlığın ve kıyaslamanın içinde buluruz ve kıskançlığın doğası gereği isteriz. Hep isteriz.
Hep isteriz ama genelde tıpkı fade out ile biten bir şarkı gibi biter isteklerimiz, hayallerimiz. O kadar yavaş yavaş azalır ki bu aklımızda çalan hayallerimizin şarkısı, ancak bittikten, bitirildikten sonra anlarız ve sorarız ne zaman dinlemekten vazgeçtiğimizi. Sonra “neden?” diye sorar ve hayata, şansa, kadere küfrederiz. Hayallerini başarabilmiş başkalarına bakar ve yine imreniriz. İşte birçoğumuz böyle bir kısır döngünün içindeyiz!
"Başarılı olanlar ile başarısız olanlar arasındaki tek fark, başarısız olanların bıraktığı yerde başarılı olanların devam etmiş olmasıdır." diye bir cümle okumuştum zamanında bir kitapta. Aklıma çıkartmamak üzere kazıdım! 
Tek yapmamız gereken peşini bırakmamak, inanmak. İnanarak istemek ve yapmak. Örneğin Tanrı’dan büyük ikramiyeyi kazanmak bir istektir. Ama sadece istemek yetmez. Gidip bir piyango bileti alın mesela. Bir adım atın. İsteyin ve inanın! Her şeyin daha iyiye ve güzele doğru yol almaya başladığını göreceksiniz.
 İnanç hayatımızda her şeyin temelidir. İnanç aşk gibi güçlü ve mantık aranmayandır.

29 Nisan 2014 Salı

Sex iki kişiliktir!

Cinsellik, saldırganlıkla beraber doğuştan, içgüdüsel olarak her insanın içinde var olan bir şeydir. Bir ihtiyaçtır. İnsanların en temel ihtiyaçlarından bir tanesidir. Yemek gibi, su gibi…
İşi teoride kabul ederiz ama pratikte pek de o gözle bakamıyoruz. Ayrımcılıklar yapıyoruz. Cinsellik çok fazla kişi ile konuşulmaz. En yakınlara anlatılır belki de anlatılmaz. Ama eğer erkekseniz çok rahat anlatırsınız. Bir erkek olarak söylüyorum tecrübe ile sabittir! Ballandıra ballandıra, böbürlenerek anlatılır. Bu sizi çapkın yapar.
Eğer bir kadınsanız öyle kolay kolay anlatamazsınız, hatta belki de bazıları için hiç anlatılmaz böyle şeyler. Anlatılırsa bilinirse onun adı çapkınlık olmaz çünkü, başka bir şey olur.
Toplum böyle öngörür!
Erkek yapar kadın yapamaz!! Böyle at gözlüklüdür büyük kısımı toplumun. İyi de sormazlar mı insanlara erkek kiminle yaşayacak bunları diye?                                   

Çıkartın at gözlüklerinizi artık, sex iki kişiliktir beyler!

28 Nisan 2014 Pazartesi

Doğru Yanlışlar

Hata, istemsiz bir biçimde bir işin yanlış yapılmasıdır. Hata yapmak, hiç kimsenin başına gelmesini istemeyeceği bir şeydir. Hata yapmak kendinizi suçlamanıza, mutsuz olmanıza sebep olur. 
Hata yapmak bir nevi doğru yapmaktır! Çünkü hata yapmanın götürdükleri dışında insana getirileri de vardır! Beraberinde ders almayı da getiriyorsa hata yapmak, o zaman anlamlı, iyi ve güzeldir! Yeter ki geri dönüşü olsun yapılan hatanın.
Hata yapmak tecrübe kazanmanın acı yoludur. İnsanların size olan güvenini kaybedersiniz, aptal gibi hissedersiniz. O yüzden bir daha aptal durumuna düşmemek ve insanların güvenini geri kazanabilmek için çok dikkat etmeye başlarsınız. Aynı hataya bir daha düşmemek için tüm gayretinizi gösterirsiniz. Neyi, nerede, nasıl yapmanız gerektiğinin farkına varırsınız. Tüm bunları birleştirdiğinizde de tecrübe denilen şeyi elde etmiş olursunuz. 
İşte bu yüzden doğru yapmak için hata yapın! Doğru yanlışlar yapın!

22 Nisan 2014 Salı

Yalancının Mumu

Bugün bir kere daha anladım ki yalan eninde sonunda, öyle ya da böyle, erken ya da geç ortaya çıkıyor. Çünkü yalan ortaya çıkmamak için yeni yalanlarla beslenmelidir. Yalanların sayısı arttıkça hata yapma oranı da aynı şekilde artar.
Bugün söylenen bir yalanı yakaladım ve karşımdakinin itibarı bir anda yerle bir oldu.
Anladım ki ne kadar faydalı işler yapmış olsan da, ufak bir yalan bütün o olumlu düşünceleri alıp götürmeye yetiyor. Güvenin sarsılıyor bir kere, artık o kişiden gelen her bir cümlede “acaba..?” diyorsun içinden. 
İçine bir şüphe düşüyor o andan sonra ve şüpheyle de yaşanmıyor. Yürümüyor işler. Duruma göre yani aniden kesip atıyorsun ya da biraz bekleyip inceldiği yerden kopartıyorsun. 
Bugün anladım ki yalan söylemek akıllı, hafızası kuvvetli, empati yetisi yüksek kişilerin elinde çok güçlü bir silah olabiliyorken, kendini akıllı zannedip uyanık geçinenlerin ise rezil olmaları ile sonuçlanabiliyor.
Bugün anladım ki yalan günü kurtarır, geleceği mahveder.

13 Nisan 2014 Pazar

Kedilerin Köpekleri

Kedi sahibi olmak, yanılgıların en büyüğüdür! Köpek sahibi olabilirsiniz. Kuş sahibi olabilirsiniz. Kaplumbağa, balık veya başka bir hayvana sahip olabilirsiniz. Ama bir kediye sahip olamazsınız. Bir kedi ile ancak birlikte yaşarsınız.
O sizin hayvanınız olabilir teoride ama pratikte aslında ev arkadaşıdır, kaprisli bir sevgilidir, hiperaktif bir çocuktur kedi.
Sizi, yaşadığı ortamı ne kadar çok sevse de kolay kolay bir köpek gibi belli etmez kediler. Tavırlarını kolay kolay değiştirmezler. Sanırım bu yüzden tapıyorum bu tüylü şirin yaratıklara. Karakterlerinden ödün vermezler!
Köpek sahipleri dostlarına komutlar verirler; Otur, havla, sürün, saldır, bayıl, vb. Kediler ise biz ev arkadaşlarına basit bir “Miiv” sesiyle komutlar veriyorlar; kumumu değiştir, benimle ilgilen, acıktım yemek ver, kapıyı aç çıkacağım, vb. Tüm isteklerini de hemen yerine getiriyoruz, peşlerinden koşuyoruz.
Biz kaprisli sevgililerin, hiperaktif çocukların peşinden koşanlar, bir dediğini iki etmeyenler, ev arkadaşlarımızın yani kedilerin köpekleriyiz. Her komutlarını yerine getiren. Hiç usanmadan, sıkılmadan, seve seve…

9 Nisan 2014 Çarşamba

Sütsüz Şekersiz

Herkesin damak tadı farklıdır. Hem zevkler ve renkler tartışılmaz biliyorum, ama sıcak bir bardak kahvenin en güzel içimi sade haliyle içmektir bence. Süt ve şeker kahvenin tadını yumuşatıp içimini kolaylaştırdığı gibi ağızda bıraktığı o acımtrak ama mükemmel tadı ve büyüleyen kokusunu alıp götürür. Sade içmedikçe gerçek kahvenin tadını kokusunu almaz kahvenin vereceği hazzı sınırlamış oluruz.
Herkesin hayatında da illaki “süt ve şeker” olabilecek kişi veya durumlar vardır. Ama hayatı olduğu gibi yaşamak gerek bence, sütsüz ve şekersiz. Olduğu gibi, kendi tadında. Üzerinizde bırakacak acımtırak tadıyla, sade, yudum yudum, tadını çıkartarak. Mutlu olabilmek süt ve şeker katmadan. Hayatın size verebileceği bir çok güzelliği, hazzı sınırlamadan…
Afiyet olsun.

8 Nisan 2014 Salı

Giriş, Gelişme, Sıçış...

Hani zaman zaman bir şeyler yazmak, bir şeyler paylaşmak istersin. Genelde gelişi güzel olur paylaşmak istediklerin. Tutarsızdır. Bir gün sanattan bahsediyorken, diğer bir gün futboldan bahsetmek istersin.
İşte bu yüzden kendime konu alanında bir sınır çizmeden, bileğime zincir vurmadan, alakalı alaksız şeylerin yer alacacağı bir yer eskizkagidi! Bir blogdan ziyade, gerçekten hakkını vererek bu işi yapanların yanında bir blog eskizi burası.